Evliya Çelebi'den

Ana Sayfa Kaknus Mehmet Altan Oğuz Saygın Ahmet Turan Alkan Evliya Çelebi'den

Beşir Ayvaoğlu'nun
Ahi Çelebi Camii ile ilgili yazısı için tıklayınız.
[Ahi Çelebi Camii]

Evliya Çelebi'nin Seyahatnâmesi'nden garip bir vak'a

   "Şefaat yâ Resulellah!" diyecek yerde "Seyahat yâ Resulellah" deyip, o desturla bütün bir ömür, ayaklarına sarı sular inercesine bilumum Osmanlı topraklarını gezip dolaşarak bizlere bir şeyler bırakabilmenin çilesini çekmiş Evliyâ Çelebi (1611-1682) merhum, Seyahatnâmasi''nin ilk cildini İstanbul'a ayırmıştır. Orada çok enteresan vak'alar, rivâyetler, hikâyeler anlatılır.   Bir tanesi şöyle:

  Vaktiyle Kasımpaşa'da Zindanarkası kabristanında kavuklu bir mezar şâhidesi varmış. (Şimdi Haliç Tersanesi'nin sırtlarında kalır ve ana cadde  bu kabristanın içinden geçer.) Buna halk, "Meyyitzâde kabri" diye isim vermişler... Ama, kimse niçin böyle denildiğini bilmezmiş. Yalnız ağızlarda bir tek rivayet dolaşırmış: Burada bir ana ile oğlu beraber yatmaktadır.

  Evliyâ Çelebi, elbette böyle bir rivâyeti araştırmadan bırakacak değildir. Hemen işe başlar. Araştırmalarını tamamlayınca ortaya şöyle bir hikaye çıkar:

  Osmanlı askerleri Eğri önlerinde savaşırken aralarında kırkına yaklaşmış şakaklarında kırçıllar görülmeye başlamış bir yeniçeri de vardı. Aklı sık sık İstanbul'a kayıyor ve altı aylık taze bir gelin olan  hâmile hanımı ve doğacak çocuğunu düşünmeden edemiyordu.Bu savaşa gelirken onları emanet edecek kimsesi yoktu. Ferman pâdişahın, deyip yola koyulacaği sırada  iki rek'at sefer namazı kılmış ve Allah-ı Teâlâ'ya şöyle yalvarmıştı: "İlâhi! Hâlim sana mâlumdur. Kalbime öyle gelir ki, ben seferden dönmeden şu hâtuncuk doğum yapacaktır. Artık çocuğum sana emânet."

  Yeniçeri yanılmıştı. Kendisi gider gitmez genç kadın hastalanmış ve dört ay sonra da henüz doğum vakti gelmeden vefat etmişti. Mahalleli onu getirip yukarıdaki zikri geçen mezarlığın bir köşesine defnettiler. İşin garibi , kadının karnındaki çocuk henüz sağ idi. Mezara konulduktan birkaç gün sonra dünyaya geldi ve hikmet-i Hüdâ, annesinin vücudunu tırmanıp göğsüne yetişerek emmeye başladı.

  Çocuğun bu ölü memesinde süt bulması, karnını doyurması ve nerede olduğunu bilmeden karanlık bir dünyada kâh uyuyarak kâh ağlayarak hayatını devam ettirmesi, elbette ki akılla izah edilecek bir şey değildir. Ama Evliyâ Çelebi'nin araştırmalarına göre, gerçek tam da böyleydi.

  Bir hafta kadar sonra Ordu-yu hümâyun Eğri Seferi'nden   döndü. Bizim yeniçeri neferi hasret ateşiyle soluğu evinde aldıysa da nâfile kapı duvardı. Hakikati öğrendiği zaman inanamadı. Durmadan "Olmaz!" diyordu. "Ben karımı ve çocuğumu Allah'a emanet etmiştim.  O benim emanetlerimi korurdu." Oysa unuttuğu bir şey vardı. Hanımını ve çocuğunu birlikte değil ylanızca çocuğunu Allâh'a emânet etmişti.

  Nihâyet mahallenin erkekleri ona karısının mezarını gösterdiler. O kaytan bıyıklı dağ gibi yiğit, henüz bir haftalık kabre sarılıp ağlamaya başladı. Fakat o da ne! Kulaklarına bir ses geliyordu. Bu bir bebeğin mâsum çığlıklarından başka bşr şey değildi. Hemen yerinden doğrulup yanındakilere haykırdı: "Bre, kazma kürek getirin evlâdım aşağıda sağdır." Evet yanılmıyordu. Emâneti sahibi muhafaza ediyordu. Bir koşu mezarcının kazma küreği getirişdi ve derhal kabir açıldı. Gördükleri manzara akıllara durgunluk verecek tarzda idi. Erkek bir bebek annesini çürümeye başlayan vücuduna yapışmış, sağ memesinden süt emiyordu. Heyrete şâyan olan bir diğer şey, annenin vücudunun rengi ve şekli değişip çürümeye başaldığı  halde, sağ memesini olduğu gibi korunmuş olması idi.

  Evliyâ Çelebi'nin zikrettiğine göre, annesini kynundan alınan bu çocuk, delikanlılık çağnda ulemâ sınıfına dâhil olmuş ve Sultan 1. Ahmed'in saltantı zamanında (1603-1617) kadar - itibar gören, sözü dinlenen bir zât olarak yaşamıştır. Halk onu dâima "Meyyitzâde (ölünün oğlu)" lakabı ile bilmiş ve öldüğü zaman da yine doğduğu yere, annesini mezarına defnedilmiştir.

                                         (Hayat Tarih Mecm., Sayı 11, Aralık1965,s.41)