skiden
kullandığımız Rumi tarihe göre 31 Martta olduğu için "31 Mart
Vakası" diye anılan bu vaka, şimdi kullandığımız Miladi
takvime göre 13 Nisana rastladığından ben de 13 Nisan Vakası dedim. Dışardan
alınan haberler dolayısıyla gece yarısına doğru sarayda bir telaş
başlamıştı. Babam ne olduğunu anlamak için Başkatibi istemiş,
herkes ayağa kalkmıştı. "Asker gidiyor… Asker şeriat istiyormuş,"
sözleri cereyan ediyordu. Kurşun sesleri işitiliyordu, herkesi bir
korku almıştı. Sarayın en üst katına çıkıp dürbünle bakıyor,
fakat bir şey göremiyorduk. babamın dairesine gidip geliyorduk. Fakat
bir şey anlamaya imkan yoktu.
Babam da bir Harem'e geliyor, bir Selamlığa çıkıyor,
Başkatiple ve Mabeyincilerden Rıza Bey'le görüşüyor, olanı anlamaya
çalışıyordu. Harem'e girip bizi gördükçe, "Korktuğum oldu.
Yorgan kavgası demiyor muydum? İşte başladı," diyor, çok meyus
bir halde bulunuyordu.
Ertesi gün Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa'nın
istifa ettiğini haber aldık. Babamın buna da pek ziyade canı sıkılmıştı.
Sarayda Hüseyin Hilmi Paşa için sebatsız, menfaatperest derlerdi.
Bununla beraber bu şekilde istifasına kimse sevinmemişti. Herkes, şimdi
ne oldu, ne olacak?" kaygısına düşmüştü.
Taşkışla'daki avcı taburlarının isyanı bizi dehşete
sevk etmişti. Babamın padişahlığı sırasında uzun müddet hariciye
nezaretinde kalan Tevfik Paşa'nın sadrazam olmasına hepimiz memnun olmuştuk.
Sarayda bu zat için mücessem namus" derlerdi.
Babam bu haller karşısında
son derece üzgün bulunuyordu. Cevad Bey'i asilere nasihate göndererek,
"bakalım ne olacak," diye bekliyordu. Cevad Bey heyecanla
gelerek olanı biteni babama anlattı. "Asilere Efendimiz tarafından
söylediklerim tesirini gösterdi.Hadise kapanmıştır," diye müjde
getirdi. Fakat ertesi gün iş yine alevlendi Babam, Harbiye Nezaretine
tayin edilen, Yunan harbinin muzaffer kumandanı Müşir Edhem Paşa ile
de görüştü. Onu da asilere gönderdi. Fakat onun da bir faydası olmadı.
Bu işin kendisinin tahttan indirilmesiyle neticeleneceğinden emin olan
babam feragat etmek istediğini Sadrazam Tevfik Paşa'ya bildirdi.
Biraderi Reşad Efendi lehine saltanatı bırakmak istiyordu. "Beni
istemediklerine eminim. çekilmeye hazırım. Lakin bu işte dahlim olmadığı
meydana çıkmalıdır," diyordu. Bu sözü her Harem'e girişinde
bizlere de söylüyordu. Hele Ali Kabuli Bey'i getirip de "Padişahı
isteriz," diye babamı bütün saltanatı müddetince, tahttan
indirildiği vakit ve Selanik'e giderken bitkin ve meyus görmedim.
Asiler, Ali Kabuli Kaptanı, Mabeyn-I Hümayun önüne
getirmişler. Babam, "Bırakınız çocuklar. Allah aşkına bana bağışlayınız,"
diye bağırmış. Bunu bizzat kendisinden dinledim. Buna rağmen zavallıyı
süngülemişlerdi.
Babamın Müsahiplerinden olup babamın son zamanına
kadar hizmetinde bulunan Müsahip Şöhreddin Ağa, vaktiyle İstanbul'a
bu Ali Kabuli Bey'in gemisinde gelmiş ve onun yardımını, iyiliğini görmüştü.
Orada gözlerinin önünde Ali Kabuli Bey'in süngülendiğini görünce büyük
bir teessürle koşmuş, biçare adamın ağzına su akıtmak istemişse
de müsaade etmemişlerdir. Vaka tamamıyla gözünün önünde cereyan
etmiştir.
Resimli Tarih Mecmuası'nın 1955 Ağustosunda çıkan
"31 Mart İrticaında Ali Kabuli Vakası" başlıklı yazıda şu
satırlar vardır:
"Sultan Hamid, Ali Kabuli Bey'i görmek
istediğinden, Ali Kabuli Bey, Padişahın bulunduğu pencerenin karşısındaki
meydana yalnız başına gelerek Padişahı vakur bir eda ile askerce
selamladı. Sultan Hamid, Ali Kabuli Bey'i görünce heyecana kapıldı;
fesini geriye itti, bir ayağını da pencerenin kenarına dayayarak Ali
Kabuli Bey'i dikkatle süzdü. Nihayet, "Alın, götürün"
yahut "git" manasına gelmek üzere elinin tersşyle havada bir
işaret yaptı.."
Bu satırlar baştanbaşa uydurma ve yanlıştır.
Ali Kabuli Bey, Mabeyn-I Hümayun önüne getirilinceye kadar asiler tarafından
pek çok tartaklanmış, tehdid olunmuş ve yarı baygın bir hale
getirilmişti. Babamın heyecanı Ali Kabuli Bey'i gördüğü için değil,
zavallıyı o halde gördüğü içindi. Fesini arkaya atması da tamamen
uydurmadır.Babam fesiyle asla oynamaz, geriye itmeyi terbiyesizlik sayardı.
Zaten bir topluluk içinde fesii arkaya itmek yalnız babam için değil ,
bitin halk tarafından terbiyesizlik sayılan bir hareketti.
Babamın çok terbiyeli bir adam olduğu ise münakaşa götürmez bir
hakikattir. Ayağını pencereye dayadığı hakkındaki iddia da yalandır.
Mabeyin pencereleri henüz yıkılmadı, ortadadır. Ayağını bu kadar yüksek
bir yere dayamak istemesi için hiç bir sabeb yoktur. Böyle bir
hareketi, ancak, kendisini dışarı atmak isteyen birisi
yapabilir."Alın, götürün" yahut "git" manasına
gelecek bir işaret yapmadığını da babam bir kaç defa söylemiştir.
Kendisinden işittiğimiz, "Allah aşkına bırakınız çocuklar,
bana bağışlayınız diye bağırdığım halde gözümün önüde adamı
bitirdiler," dediğidir.
Babamın kan dökmekten, kendi tahtı pahasına
da olsa , şiddetle çekinen bir insan olduğu bugün tahakkuk etmiş olduğundan
daha fazla söylemeyi lüzumsuz buluyorum. Allah adildir. Haklıyı, haksızı
ancak o meydana çıkaracaktır.
Babam, Harem'e döndüğü zaman ter içinde kalmış,
kederle omuzları çömüş bir halde idi. Başını tutarak, "Bizim
için artık kurtuluş yolu yok. Askere itaatsizlik gelmiş. Yeniçeriliğe
dönmüş, yazık," diyordu. Padişahın yanında bulunan kızı sıfatı
ile benim bildiğim budur. Keder, yüzünden akıyordu. Yukarıda da söylediğim
gibi tahttan indiği ve Selanik'e gittği gün bile bu kadar üzgün ve
bitkin değildi.
İşte o günden itibaren babamın eski neşesinden
zerre kalmadı. "Düşmanlarımın muradı oldu," diyordu.
Hareket ordusu İstanbul'a yaklaşmıştı. Hal'ine kadar günlerini
beklemekle geçirdi. Biz de meyus ve perişan, kapısının önünde dolaşıyorduk.
Tevekkülle kaderimize razı olmuştuk. Kendisine sadık paşalar
geliyorlar, silahla mukabele etmesini teklif ediyorlardı. Babam cevaben,
"Bir kişi için bin kişi yanmaz. İki kardeş birbirini vurmaz. Tüfekçilerin
silahları toplansın. Kimse bir silah atmasın. Kimsenin burnunun kanamasını
istemem. Ne yapacaklarsa yapsınlar," diyordu.
O sırada Taşkışla dövülüyor,
sesler bütün kuvvetiyle saraya aksediyor, cümlemiz korku içinde perişan
yaşıyorduk. Saray da muhasara altında idi. Bu muhasaradan biraz öce
Rusya Büyükelçisi Mabeyn-I Hümayun'a gelerek: "Çar Hazretlerinin
selamını getirdim. Kendilerini hasta diye işittim. Arzuları ne ise
bildirsinler. Kıllarına zarar gelmeden her arzuları yerine
getirilecektir. Emirlerine muntazırım" diye haber gönderdi.
Cevad Bey bunu arz ettiği zaman babam irkilmiş:
"Çarın teklifini görüyor musunuz Cevad Bey? Allah bana böyle bir
şey yapmayı kısmet etmesin. Başıma gelecek her felakete razıyım.
Ecdadımın mezarı nerede ise benimki de orada olmalıdır. Bu ihaneti
yapmaktansa ölmeyi tercih ederim," diye cevap vermiştir. Sonra
Cevad Bey'e "Elçiye, Çar Hazretlerinin selamına teşekkür ettiğimi,
işittikleri gibi hasta olmadığımı, gösterdikleri dostluktan dolayı
da teşekkür ettiğimi söyleyiniz," emrini vermiştir.
Hareket Ordusu, sarayı kuşatarak
etrafla alakasını kesince babam, "Saraya Hareket Ordusu'na karşı
teslim bayrağı çekilsin," emrini verdi. Fakat kimse bu bayrağı
çekmek istemiyordu. nihayet yaverlerden Çerkes Mehmed Ali Bey bu işi
yapmayı üzerine aldı.Talimhane köşküne bayrak çekildi. Artık son günlerimiz
gelmiş, Hareket Ordusu etrafımızı sarmıştı. |