31 Mart Vakası
BÜTÜN DÜNLER BUGÜNLERİ AYDINLATAN  FENERLERDİR

Ana Sayfa Fatih Sultan Mehmet 31 Mart Vakası İstanbul Yangınları Ahi Çelebi Camii KIZI AYŞE OSMANOĞLU'NUN DİLİNDEN 31 MART VAK'ASI                    
skiden kullandığımız Rumi tarihe göre 31 Martta olduğu için "31 Mart Vakası" diye anılan bu vaka, şimdi kullandığımız Miladi takvime göre 13 Nisana rastladığından ben de 13 Nisan Vakası dedim. Dışardan alınan haberler dolayısıyla gece yarısına doğru sarayda bir telaş başlamıştı. Babam ne olduğunu anlamak için Başkatibi istemiş, herkes ayağa kalkmıştı. "Asker gidiyor… Asker şeriat istiyormuş," sözleri cereyan ediyordu. Kurşun sesleri işitiliyordu, herkesi bir korku almıştı. Sarayın en üst katına çıkıp dürbünle bakıyor, fakat bir şey göremiyorduk. babamın dairesine gidip geliyorduk. Fakat bir şey anlamaya imkan yoktu.
     Babam da bir Harem'e geliyor, bir Selamlığa çıkıyor, Başkatiple ve Mabeyincilerden Rıza Bey'le görüşüyor, olanı anlamaya çalışıyordu. Harem'e girip bizi gördükçe, "Korktuğum oldu. Yorgan kavgası demiyor muydum? İşte başladı," diyor, çok meyus bir halde bulunuyordu.
     Ertesi gün Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa'nın istifa ettiğini haber aldık. Babamın buna da pek ziyade canı sıkılmıştı. Sarayda Hüseyin Hilmi Paşa için sebatsız, menfaatperest derlerdi. Bununla beraber bu şekilde istifasına kimse sevinmemişti. Herkes, şimdi ne oldu, ne olacak?" kaygısına düşmüştü.
    Taşkışla'daki avcı taburlarının isyanı bizi dehşete sevk etmişti. Babamın padişahlığı sırasında uzun müddet hariciye nezaretinde kalan Tevfik Paşa'nın sadrazam olmasına hepimiz memnun olmuştuk. Sarayda bu zat için mücessem namus" derlerdi.

     Babam bu haller karşısında son derece üzgün bulunuyordu. Cevad Bey'i asilere nasihate göndererek, "bakalım ne olacak," diye bekliyordu. Cevad Bey heyecanla gelerek olanı biteni babama anlattı. "Asilere Efendimiz tarafından söylediklerim tesirini gösterdi.Hadise kapanmıştır," diye müjde getirdi. Fakat ertesi gün iş yine alevlendi Babam, Harbiye Nezaretine tayin edilen, Yunan harbinin muzaffer kumandanı Müşir Edhem Paşa ile de görüştü. Onu da asilere gönderdi. Fakat onun da bir faydası olmadı. Bu işin kendisinin tahttan indirilmesiyle neticeleneceğinden emin olan babam feragat etmek istediğini Sadrazam Tevfik Paşa'ya bildirdi. Biraderi Reşad Efendi lehine saltanatı bırakmak istiyordu. "Beni istemediklerine eminim. çekilmeye hazırım. Lakin bu işte dahlim olmadığı meydana çıkmalıdır," diyordu. Bu sözü her Harem'e girişinde bizlere de söylüyordu. Hele Ali Kabuli Bey'i getirip de "Padişahı isteriz," diye babamı bütün saltanatı müddetince, tahttan indirildiği vakit ve Selanik'e giderken bitkin ve meyus görmedim.
     Asiler, Ali Kabuli Kaptanı, Mabeyn-I Hümayun önüne getirmişler. Babam, "Bırakınız çocuklar. Allah aşkına bana bağışlayınız," diye bağırmış. Bunu bizzat kendisinden dinledim. Buna rağmen zavallıyı süngülemişlerdi.
     Babamın Müsahiplerinden olup babamın son zamanına kadar hizmetinde bulunan Müsahip Şöhreddin Ağa, vaktiyle İstanbul'a bu Ali Kabuli Bey'in gemisinde gelmiş ve onun yardımını, iyiliğini görmüştü. Orada gözlerinin önünde Ali Kabuli Bey'in süngülendiğini görünce büyük bir teessürle koşmuş, biçare adamın ağzına su akıtmak istemişse de müsaade etmemişlerdir. Vaka tamamıyla gözünün önünde cereyan etmiştir.
     Resimli Tarih Mecmuası'nın 1955 Ağustosunda çıkan "31 Mart İrticaında Ali Kabuli Vakası" başlıklı yazıda şu satırlar vardır:
     "Sultan Hamid, Ali Kabuli Bey'i görmek istediğinden, Ali Kabuli Bey, Padişahın bulunduğu pencerenin karşısındaki meydana yalnız başına gelerek Padişahı vakur bir eda ile askerce selamladı. Sultan Hamid, Ali Kabuli Bey'i görünce heyecana kapıldı; fesini geriye itti, bir ayağını da pencerenin kenarına dayayarak Ali Kabuli Bey'i dikkatle süzdü. Nihayet, "Alın, götürün" yahut "git" manasına gelmek üzere elinin tersşyle havada bir işaret yaptı.."
     Bu satırlar baştanbaşa uydurma ve yanlıştır. Ali Kabuli Bey, Mabeyn-I Hümayun önüne getirilinceye kadar asiler tarafından pek çok tartaklanmış, tehdid olunmuş ve yarı baygın bir hale getirilmişti. Babamın heyecanı Ali Kabuli Bey'i gördüğü için değil, zavallıyı o halde gördüğü içindi. Fesini arkaya atması da tamamen uydurmadır.Babam fesiyle asla oynamaz, geriye itmeyi terbiyesizlik sayardı. Zaten bir topluluk içinde fesii arkaya itmek yalnız babam için değil , bitin halk tarafından terbiyesizlik sayılan bir hareketti.
Babamın çok terbiyeli bir adam olduğu ise münakaşa götürmez bir hakikattir. Ayağını pencereye dayadığı hakkındaki iddia da yalandır. Mabeyin pencereleri henüz yıkılmadı, ortadadır. Ayağını bu kadar yüksek bir yere dayamak istemesi için hiç bir sabeb yoktur. Böyle bir hareketi, ancak, kendisini dışarı atmak isteyen birisi yapabilir."Alın, götürün" yahut "git" manasına gelecek bir işaret yapmadığını da babam bir kaç defa söylemiştir. Kendisinden işittiğimiz, "Allah aşkına bırakınız çocuklar, bana bağışlayınız diye bağırdığım halde gözümün önüde adamı bitirdiler," dediğidir.
     Babamın kan dökmekten, kendi tahtı pahasına da olsa , şiddetle çekinen bir insan olduğu bugün tahakkuk etmiş olduğundan daha fazla söylemeyi lüzumsuz buluyorum. Allah adildir. Haklıyı, haksızı ancak o meydana çıkaracaktır.
     Babam, Harem'e döndüğü zaman ter içinde kalmış, kederle omuzları çömüş bir halde idi. Başını tutarak, "Bizim için artık kurtuluş yolu yok. Askere itaatsizlik gelmiş. Yeniçeriliğe dönmüş, yazık," diyordu. Padişahın yanında bulunan kızı sıfatı ile benim bildiğim budur. Keder, yüzünden akıyordu. Yukarıda da söylediğim gibi tahttan indiği ve Selanik'e gittği gün bile bu kadar üzgün ve bitkin değildi.
     İşte o günden itibaren babamın eski neşesinden zerre kalmadı. "Düşmanlarımın muradı oldu," diyordu. Hareket ordusu İstanbul'a yaklaşmıştı. Hal'ine kadar günlerini beklemekle geçirdi. Biz de meyus ve perişan, kapısının önünde dolaşıyorduk. Tevekkülle kaderimize razı olmuştuk. Kendisine sadık paşalar geliyorlar, silahla mukabele etmesini teklif ediyorlardı. Babam cevaben, "Bir kişi için bin kişi yanmaz. İki kardeş birbirini vurmaz. Tüfekçilerin silahları toplansın. Kimse bir silah atmasın. Kimsenin burnunun kanamasını istemem. Ne yapacaklarsa yapsınlar," diyordu.

    O sırada Taşkışla dövülüyor, sesler bütün kuvvetiyle saraya aksediyor, cümlemiz korku içinde perişan yaşıyorduk. Saray da muhasara altında idi. Bu muhasaradan biraz öce Rusya Büyükelçisi Mabeyn-I Hümayun'a gelerek: "Çar Hazretlerinin selamını getirdim. Kendilerini hasta diye işittim. Arzuları ne ise bildirsinler. Kıllarına zarar gelmeden her arzuları yerine getirilecektir. Emirlerine muntazırım" diye haber gönderdi.
    Cevad Bey bunu arz ettiği zaman babam irkilmiş: "Çarın teklifini görüyor musunuz Cevad Bey? Allah bana böyle bir şey yapmayı kısmet etmesin. Başıma gelecek her felakete razıyım. Ecdadımın mezarı nerede ise benimki de orada olmalıdır. Bu ihaneti yapmaktansa ölmeyi tercih ederim," diye cevap vermiştir. Sonra Cevad Bey'e "Elçiye, Çar Hazretlerinin selamına teşekkür ettiğimi, işittikleri gibi hasta olmadığımı, gösterdikleri dostluktan dolayı da teşekkür ettiğimi söyleyiniz," emrini vermiştir.

    Hareket Ordusu, sarayı kuşatarak etrafla alakasını kesince babam, "Saraya Hareket Ordusu'na karşı teslim bayrağı çekilsin," emrini verdi. Fakat kimse bu bayrağı çekmek istemiyordu. nihayet yaverlerden Çerkes Mehmed Ali Bey bu işi yapmayı üzerine aldı.Talimhane köşküne bayrak çekildi. Artık son günlerimiz gelmiş, Hareket Ordusu etrafımızı sarmıştı.