|
Alçakgönüllü sebzemiz patates nasıl olduysa ilk olarak Amerika kıtasında
yeşermiş. İnkalar ona tanrısal bir anlam yüklemişler. İspanyol
istilacılar Güney Amerika kıtasında bugün Peru olarak bildiğimiz ülkeyi
işgal ettiklerinde İnka hazineleri kadar patates de dikkatlerini çekmiş.
Keşif ve istilanın başındaki kumandan Pizzaro, tamı tamına 1535 yılında
patatesi İspanya kralına takdim etmiş. Ne var ki kral hazretleri bu tanıştırmadan
pek hoşlanmamışlar.
Bundan yaklaşık elli yıl sonra, bu kez bir İngiliz soylusu, Sir Walter
Raleigh, Virginia'da patatesi yeniden keşfetmiş. İngiltere'ye getirmiş.
Patates burada halk arasında ciddi bir ilgi görmüş.
Zamanla önce İtalya'da, sonra da Almanya, Rusya ve Fransa'da patates tarımı
başlamış. Ancak İngiltere'nin aksine, buralarda patatese bir hayvan
yemi muamelesi layık görülmüş. Bir de patates yetiştirilen bölgelerdeki
köylüler yemeklerini yapmışlar bu sebzenin.
Patatesi bugünkü burjuva mutfaklarına kabul ettiren adam, bir Fransız
kimyacısı, Antoine Augustin Parmentier'dir. Aynı zamanda Fransız
ordusunda subay olan Parmentier, patatesin faydaları üzerine ciddi araştırmalar
yapmıştır.
O dönemlerde Avrupa'nın kıtlık tehlikesiyle karşılaşmış olması
Parmentier'yi patatesi savunma konusunda daha da cesaretlendirmişti.
Patatesin yararları üzerine bilimsel kitapçıklar yayınlamıştı. Bu
çalışmaları geniş yankı uyandırdı. Sonunda Fransa Kralı kendisine
Paris civarında tarlalar tahsis etti ve Parmentier oralarda patates yetiştirmeye
başladı.
Yüzyıllar sonra Avrupa, patatesi bir kez daha ve bu kez Amerikalılar
aracılığıyla keşfetti ve sebzemiz fast food adı verilen kültürün
başrol oyuncusu oldu.
Patatesin besleyiciliği hakkında spekülasyonlar çok. Fazla kilolu olan
kişilere ''patates çuvalı gibisin'' denmesi basit bir benzetmeden
kaynaklanmıyor. Bu sözlerde patatesin şişmanlattığı iması da yer
alıyor. Oysa patates hiç yağ içermez. Orta boy haşlanmış ya da fırında
pişirilmiş bir patates sadece 100 kalori verir. Buna karşılık patates
lifli bir besindir. Bir C vitamini ve B6 vitamini deposudur. Demir de içerir.
Portakal ve domates kadar olmasa da patates elma, armut ve ayvadan daha
fazla C vitamini içerir. Her gün 200-300 gram büyüklüğünde bir
patates yenmesi halinde, vücudun günlük C vitamini ihtiyacı rahatlıkla
karşılanabilir.
Son yapılan çalışmalarda patatesin bir nitrik asit ve çinko deposu
olduğu da gösterildi. Dolayısıyla özellikle ishal veya mide-barsak
sistemi bozukluklarında değerli bir diyet.
Patates ağırlıklı beslenenlerde beyin kanaması sıklığının %6
oranında azaldığı, akciğer kapasitesinin ise anlamlı artış gösterdiği
bildirilmiş. Patatesin bayanlarda göğüs kanseri riskini azalttığına
da inanılıyor.
Nadiren allerjik bazı reaksiyonlara yol açtığı da söyleniyor. Ciltte
döküntü, kaşıntı gözlenebiliyor.
Patates "sıradan sebze" muamelesi görmeye alışık, ucuzluğu
ile şöhret kazanmış bir sebze. Giderek tüm dünya ülkelerinde menünün
başköşesine oturma yolunda ilerliyor.
Son raporlarda Polonya'lı ailelerin %90 kadarının her gün patates yediği
ifade ediliyor.
Ama yine de meyve ve sebze yeme oranları her toplumda oldukça düşük.
İsviçre'de tüm nüfusun %25'i hiç meyve veya sebze yemiyor. Amerika'da
ise %22 hiç sebze yemiyor, %45 de meyveye dokunmuyor.
Ancak unutmayınız ki Amerika'da her yıl 15 milyon hektar toprağa mısır,
pamuk ve patates ekiliyor.
Türklerin patatesli geçmişleri ise nispeten yeni. Ancak geçen yüzyılın
sonlarına doğru, Avrupa görmüş olanlarımız yurda dönüşlerinde
arar olmuşlar bu sebzeyi. Zamanla İstanbul'da egzotik bir yiyecek olarak
yaygınlaşmış patates.
Burhan Oğuz, muhtemelen 1800'lerin son yıllarını kastederek, patatesin
yıllık ithalatının beş bin tonu bulduğunu yazıyor. Bu ithalatı önlemek
için, tek alıcı olan İstanbul yakınlarında patates yetiştirilmesi
öngörülmüş. İlk ekim, Sakarya Nehri vadisinde Akova'da gerçekleştirilmiş.
Boğaz'ın Karadeniz kıyılarında ekilmiş.
Nihayet Alman uzmanlar Adapazarı civarında bir deneme istasyonu kurmuşlar.
Burhan Oğuz, ''1895 yılında merkezi yaylada ilk patates kültürünün
tecrübesine Alman uzman Dr. Hermann memur edilmiş olup şimdiki cinsleri
o günlerin çalışmalarına borçlu oluyoruz'' diye yazıyor.
Dr. Serdar GÜNAYDIN - 23 Şubat 2000, Çarşamba(Hürriyet
Agora'dan Alınmıştır.)
|
|